top of page

2024 Albüm Laflamaları

  • Metehan Küçükaydın
  • 14 Ara 2024
  • 7 dakikada okunur

Merhaba! Beterzineler okundu mu bakayım? Eğer hala Beter Zindan’ın fanzine’i olan Beterzine’i edinmediyseniz İstanbul Hammer Müzik, Ankara Toxin Music ve İzmir Stüdyo Ümit Rock Shop'tan temin edebilirsiniz.


Eylül’den beri zine ile meşgul olduğumuz için Beter Zindan’a pek vakit ayıramadığımızın farkındayız ve bunun için sizlerden özür diliyoruz. Yeni yıl müjdesi ile birlikte ikinci sayımızın neredeyse tamamlandığını, çıkacak albümleri beklediğimizi de ekleyeyim. Herhalde Şubat gibi ikinci sayıya kavuşuruz!





Geçtiğimiz sene “2023’ün Konuşmak İstediğim Metal Albümleri” isimli yazıyı okumamış olmanız çok normal. Zaten epey de amatör bir yazıydı. Her seferinde elimden geleni yapmaya çalışıyorum işte!


Bu yazı, “Yılın En İyi Albümleri!” “En Kötüden En İyiye!” “Bu Albümler Başka Güzel” yazısı değil. Niyetimi tam olarak şöyle ifade edebilirim: Bu yazı, bu sene çıkmış olan albümler hakkında detaya girmeden genel bir laflamadır. Hani sanki arkadaş ortamında çok da detaya girmeden sohbet ediyormuşsunuz gibi rahat takılın. Bu vesileyle hem yıla genel bir bakış, hem de neyi beğenip neyi beğenmediğimizi bir hatırlamak amaçlı bir yazı. (Not: Ulcerate, Blood Incantation, Gaerea ve nice gruplardan Beterzine’de bahsettim)


2024 bana göre “aşırı” iyi bir black/death metal yılı değildi. Geçtiğimiz sene Cannibal Corpse, Cryptopsy, Immortal, Obituary gibi devler albüm çıkarınca bu yıl biraz sönük kaldı. Yine Darkthrone, Opeth, Alcest, Judas Priest, Nile falan albüm çıkardı ama geçtiğimiz seneki his oluşmadı bende. Eminimmmm bakın eminimmm ki sizin favori gruplarınız harika şahane albümler çıkarmıştır. Benim öyle olmadı, onu diyorum.


Darkthrone – It Beckons Us All.......


Darkthrone'un bol noktalı 2024 model kozmik black metal albümü It Beckons Us All, beklentinizin dozunu son dönemdeki Darkthrone işlerine göre ayarladığınızda epey tatmin edici bir albüm.


Biliyorsunuz ki son zamanlarda (2017’den beri) yaptıkları albümler epey tartışmaya açık. Şahsen Arctic Thunder'dan beri hemen hemen her albümlerinde sevdiğim birkaç parça çıkıyor ve Old Star dışında çok bayıcı albümleri olduğunu söylemem zor. Keza ben Arctic Thunder, Eternal Hails ve Astral Fortress'ı seviyorum.


It Beckons Us All’u ise ilk dinlediğim zaman gerçekten beğendiğimi söyleyemem ama bu albüme zaman verdikçe sevdim fakat şunu da eklemeden geçemeyeceğim: Herkesin sosyal medyada da belirttiği gibi; bu albümü Darkthrone değil de başka bir grup yapsaydı ben de bu albüme birkaç şans daha vermezdim. Darkthrone’un adını kullanarak yayınladığı son dönem albümleri kaçımız için uzun vadeli oldu? Belki de gerçekten onları sadece Darkthrone oldukları için seviyoruzdur...


Şarkılardan da kısaca bahsetmezsek olmaz. Yazının başından da belirttiğimiz gibi Arctic Thunder’dan beri süren bu dönemde It Beckons Us All’u diğer albümlerden ayıran bariz bir şey var ki o da atmosferi. It Beckons Us All’da yaratılan atmosfer, son beş Darkthrone albümünde de rastlamadığımız bir şey. Ayrıca şunu da söylemek de fayda görüyorum, bu albüm önceki Darkthrone albümleri gibi sıkıcı değil. Sahip olduğu atmosfer ve yer yer doomumsu yer yer hızlımsı bölümleri ile albüm dinleyiciyi diri tutmayı başarıyor. Helal olsun be black metal dedelerine!


Coffin Storm – Arcana Rising

Fenriz’in bir milyonuncu grubu olan Coffin Storm, ilk (muhtemelen son) albümleri Arcana Rising ile yılın ilk çeyreğinde bizleri selamladı.


Fenriz’in aşırı komik vokalleri ama akılda kalıcı riffleri ile birlikte Arcana Rising, bu senenin lezzetli albümlerinden biriydi benim için. Üstelik bünyesinden Fenriz’in yanında Aura Noir'den tanıdığımız Apollyon’un ve Infernö'den tanıdığımız Bestial Tormentor’un oluşu da cabası. Yalan olmasın ama Fenriz’in “Arcanaaaaa Risiiiiiinnnnnnnn!!!!” deyişi yıl boyunca kulaklarımda çınladı.





Alcest – Les Chants de l’Aurore

Hangi türün dinleyicisi olursanız olun, bir noktada Alcest'in şarkılarında kendinizi bulacak ve ruhunuzun derinliklerinde Alcest’in kirli ama duygusal tonunun yankılandığı hissedeceksiniz. Bence Les Chants de l’Aurore'yi tanımlamak için fazlasına gerek yok!


Fransız ikili her zamankinden daha parlak notalar ile müziklerine anlam katıyor. Son iki albümlerinde karanlık notalar ile bezenmiş black metal ağırlıklı bir ses duyarken bu albümde pek çok türden esintileri duymak hiç zor değil, hatta albümün meşhur parçası Flamme Jumelle, alternatif/post rock bölümleri ile beni çok tatmin etti. Albümün açılışı olan Komorebi, bizi gökyüzünün masmavi olduğu, şelalerin aktığı bir ormana davet edercesine içine çekiyor. L’Envol ise enstrümantal arası ile beni içsel bir yolculuğa çıkarıyor ve adeta bir yoga seansı yapmaya ikna ediyor! Tam aklım çelinirken Alcest’in kirli gitarları olaya müdahil oluyor ve sorun çözülüyor.


Albümün ikinci yarısı ilk yarının aksine bende hayal kırıklığı yarattı. Temponun bir anda çok düşmesi ama devamında L’Enfant de la Lune ile albümün pek de tarzına uymayan hızda riffler duymak ve hemen ardından yine yavaş bir şarkı duymak bana göre dengeyi bozmuş ve albümün ilk yarıda yaşattığı duygusal deneyime balta vurur gibi vurmuş.


Defeated Sanity – Chronicles of Lunacy

Defeated Sanity'nin davullarını dinlemek bana göre her zaman eğlenceli ve kafa sallatıcıdır. Bu otuz üç dakikalık yeni albüm de baştan sona kafa sallattırıyor. Aslında pek de eklemek istediğim bir şey yok. Bu albümü çok dinledim ama baya dinledim. Eli yüzü düzgün albüm işte!


Nile - The Underworld Awaits Us All


Normalde fanzine ekleyeceğim fakat yeteri kadar dinlemediğim için yer ayıramadığım bir albüm.


Malum Nile'in son iki albümü diskografinin geri kalanına göre hayal kırıklığı olduğu için çok da can ata ata dinlemedim bu albümü. Neyse ki Nile beni şaşırttı. Grup, beş yıllık arayı gerçekten güzel değerlendirmiş olsa gerek ki hiç de fena olmayan bir geri dönüşleri var.


Nile'i Nile yapan Mısır atmosferini buram buram aldığımız, yer yer "Kalkın katliama gidiyoz!!" gazı aldığımız albümde George abimiz kalitesini korurken çıtır üye Dan Vadim Von'un baslarının Naqada II Enter the Golden Age gibi parçalarda yarattığı etkiyi duymak hiç zor değil! Fazla samimi bir itirafta bulunmam gerekirse albümün açılışı olan Stelae of Vultures beni böylesine bir albüme hazırlamamıştı. Albümün ikinci parçası (Adı çok uzun ya!) Nile'in "Alooo, biz geldik" parçası oluyor ve bizi albüme hazırlamadan içine atıyor.


Üçüncü parçaya biraz kırıldım. Bu da biraz anama hakaret etmişler gibi cümle oldu da aga yani şarkı başladı, "Öh be ne iyi çalıyorlar" derken şarkı bitti. Bir de baktım ki bu şarkı sadece bir dakika elli sekiz saniyeymiş! Olum ayıptır bu ya! Hatta şarkı öyle bir anda bitti ki ikinci şarkı hala devam ediyor sandım.


(Editör Notu: Nile'i Metehan'ın bu yazısı sayesinde dinlemeye başladım. 10/10 grupmuş ha! Dinleyin, dinlettirin.)


Coffins - Sinister Oath


Sert bir doom metal dinleyicisi olmadığım için varlıklarından bu albüm sayesinde haberdar olduğum Coffins, sadece bu albümü ile doom metale olan bakışımı tamamen değiştirdi desem yeridir.


Yeni bilenmiş bıçak gibi sert riffler, gitar efektlerinin aşırı aşırı iyi ve bir o kadar yoğun olması, temponun hem yüksek hem düşük olduğu pasajlarda şarkının etkisini hiç kaybetmeden bütün atmosferini koruması... İşte Sinister Oath'ın ne kadar lezzetli bir albüm olduğunu böyle anlatabilirim sanırım. Gerçekten, şarkıların arasındaki geçişler bile şarkılara sinmiş birer karakter misali şarkının içinde kaybolmanızı sağlıyor ve bununla birlikte albümün yarattığı atmosferle de etkileşime giriyorsunuz. Özellikle açılış parçası olan (Intro dışında) Spontaneous Rot, albümün sertliğini ve dinamizmini gösterirken Everlasting Spiral, doom'un yavaş ve acımasız halini gözler önüne seriyor. Helal olsun be!


Deicide - Banished By sin

Hepimiz bu albümü kınıyoruz değil mi? Ulan kapağı AI'a yaptırmak nedir ya!? Gerçekten çok çirkin olmuş. Özellikle hala fiziksel medyaya sahip olmak isteyen koleksiyonerler/dinleyiciler için gerçekten kötü bir tercih olmuş.


Şu bir gerçek ki Deicide, 90'larda çıkmış albümlerinin doyuruculuğunda albüm yapamadı (In the Minds of Evil hariç). Bu albüm de onlardan biri. Tamamıyla kötü bir albüm diyemem kesinlikle fakat beni doyurmadı bu albüm ve defalarca dinlememe rağmen neyin yanlış olduğunu anlayamadım. Bir noktada bu albümün bana fazla normal geldiğini fark ettim. Mesela artık temayı değiştirebiliriz değil mi ya? Otuz yıldır aynı şeyi yapmak bir noktadan sonra "Sizin tek olayınız bu mu?" dedirtir insana. Bunun yanında albüm gerçekten çok tahmin edilebilir ve tek düze ilerliyor. Bu da tüm cazibeyi kaybettiriyor.


"Albümün hiç mi iyi yanı yok Metehan? Sen, Deicide seviyorum diyorsun ama hayırdır?" demeyin. Bu albümün gerçekten beğendiğim yanları var fakat benim için kalıcı bir albüm olmayacak... Once Upon the Cross'tan devam. İşte bu da benim metal cahilliğimi gösterir.


Skeletal Remains - Fragments of the Ageless


Skeletal Remains ile tanışmam pek eski değil. Onları üç/dört yıl önce İstanbul'da bir plakçıdan çıkarken (Adını vermiyorum çünkü ben bu dükkandan kovuldum! Çok fazla durup orada kalabalık yaptığım için kovuldum arkadaşlar! Bu mekan kesinlikle Taksim'de değil ve Türkiye'nin en geniş arşivine sahip dükkan değil!) köşede yeni albümleri olan The Entombment Of Chaos'u gördüğümde tanımıştım. O gündür bugündür aramız epey iyi kendileriyle. Beni şimdiye kadar hiç üzmediler en azından.


Skeletal Remains, her albüm biraz daha üste oynuyor. Bu albümü diğerlerinden ayıran şey ise kendi soundlarını bulabilmeleri olmuş desem yanılmam sanırım. Her şeyden önce bu albümün aşırı akılda kalıcı rifflerle yazıldığını söyleyerek başlamak istiyorum. Hem The Entombment Of Chaos'a göre çok daha sert, hem akılda kalıcı. Bir death metal fanı olarak siz daha ne isterdiniz ey okurlar?


Albümün vurucu olmasının en büyük özelliklerinden biri yeni bir davulcumuzun olması. Pierce Williams gruba dahil olduğunda doğal olarak bu albüm merak konusu olmuştu çünkü hatırladığım kadarıyla bir önceki albüm piyasaya salındığında epey ses getirmişti ve Skeletal Remains'in ünlenmesinde epey rol oynamıştı. Bu yüzden davullardaki standart korunmalıydı derken Pierce Williams, çıtayı üste çıkarmış (Yanılmıyorsam bu albümü kaydettikten sonra ayrıldı gruptan).


Fragments of the Ageless, tamamen kükreyen, sert ve dinamik bir albüm. Gerçekten bu harika işe şans vermeniz şart!





Bonus: Judas Priest - Invicible Shield

Nasıl, pat diye buradayım! Bu albümü beklemiyordunuz değil mi? İçimden öyle yazmak geldi bu albüm hakkında. Sonuçta Metal Gods'ın çıkardığı bu albümü böyle bir yazıda es geçmek hoş olmazdı.


Sosyal medyada albüm çıkmadan önceki tepkiler hatırladığım kadarıyla kaygılıydı. Bir noktada herkes Judas Priest'in kötü bir albüm yapabilme ihtimalinden korkuyordu. Çok şükür ki dedeler bizi yanılttılar ve gerçekten leziz bir albümü bize bahşettiler. Hak ettiği kadar da konuşulduğunu düşünmüyorum ben Invicible Shield'ın. Ben de çok hak ettiği kadar konuşmayacağım zaten.


Açıkçası albüm direkt bir synth intro ile başlayınca biraz tedirginliğe kapıldım istemsizce ama ikinci dinleyişten sonra o synth öyle tatlı geliyor ki. Çünkü siz de bu albümün tamamen bir Judas Priest albümü olduğunu biliyorsunuz.The Serpent and the King'in introsundaki gitarın direkt Judas Priest'e ait oluşu, Rob Halford'un şarkı adını bağırırken 70'leri hiç aratmaması, bu grubun yıllar sonra bile Crown of Horns isimli 90'lardaki rock akımından çıkagelmiş gibi duyulan harika bir şarkı yapabilmesi Judas Priest'in büyüklüğünü gösterir. Helal olsun be dedeler! Anmadan geçemedim


Bonus 2: Bruce Dickinson - The Mandrake Project

"Aaaa ama sen de Mete! Bir bonus iki bonus yeter da!" demeyin, işte size bir bonus daha be! Dedemizin yeni albümü!


Ben albümü çoğunluğun aksine beğenenlerdenim. Bruce dedemin vokalleri gerçekten harika. Onca hastalığa ve bilimum yaşanmışlığa rağmen hala kendini bu denli zorlaması çok ilham verici. Bu albümün beni üzen nadir yanlarından biri çok garip olan miksi. Vokaller çok geride, yer yer gitarlar çok geriye düşüyor. Mesela, Fingers in the Wounds parçasının aşırı epik introsu bu kötü mikse kurban gitmiş. Basları vurucu bir şekilde hissedemiyorum ben bu introda. Etnik enstrümanların girdiği ara nispeten parçayı toparlıyor. Bu arada bu şarkı albümün en çok dinlediğim şarkısı oldu ama Bruce dedem bu şarkıyı canlıda çalmıyor, sağlık olsun. Albüm boyunca davullar da çok enteresan duyuluyor. Sanki Garage Band’de yapılmış gibi.


Çok fazla stand-up izliyorum. Aklınızın alamayacağı kadar komedi içeriği tüketiyorum çünkü anksiyeteme çok iyi geliyor. Eminim siz de video kaydırırken fark etmişsinizdir ki bazen çok komik komedyenler çıkarabiliyoruz. Komik komedyenlerimiz bir gösteri yayınlıyor ve ikinci gösteride materyalleri ve yaratıcılıkları bittiği için bok gibi gösteri yayınlıyorlar. Bazı gruplar da aynen böyle. Kendilerini geliştiremeden ilk yerlerinde sayıyorlar, zaman zaman sadece büyük kuruluşlara albüm yapacaklar diye bok gibi albümler yapıyorlar ya da "Yok abi şu albüm gibisini yapamadılar!" dedirtiyorlar.


İşte bu bonus albümleri bu yüzden ekledim sevgili dostum! Bu insanlar neredeyse yetmiş yaşlarındalar ve hala gençlik dönemlerini aratmayacak albümler yapabiliyorlar. İşte biz bu yüzden bu gruplara saygı duyuyoruz ve duymaya devam edeceğiz! (Parmakla seni gösteren emoji)


Herkese şahane bir 2025 diliyoruz.

-Beter Zindan

 
 

wix'le yaptığımı söylemem gerekiyormuş. bu siteyi wix'le yaptım.

bottom of page